Uyarı!

(DİKKAT – Bu yazıda yazılan tüm konular hiçbir ideolojiyi, hiçbir karakteri, hiçbir tarihi olayı övme gayretinde değildir. Kullanılan tüm görseller anlatıyı güçlendirmek için kullanılmıştır. Görsellerin kaynaklarının linki açıklamalarında verilmiştir. Hiçbir ideolojik düşünce, edebiyattan ve insan hürriyetinden üstün değildir. Yazımız, yitikdefter.blog sitesine aittir, izinsiz hiçbir yerde paylaşılamaz.)

”Ya böyle olmasaydı? Ya her şey farklı bir şekilde gelişseydi?”

Bu tehlikeli iki soruyu kendimize her sorduğumuzda kafamızın içinde şimşekler çakar. Bu iki soru tehlikelidir, serttir, huzur kaçırır… Fakat dünyanın beyaz ya da siyah olmadığını, gri renginin peşimizden asla ayrılmayacağını hatırlatır.

Yıllar önce birkaç oyun geliştiricisi de aynı soruları kendilerine sordu ve George Orwell’ı aratmayacak bir dünya kurguladılar. ”Acaba Almanlar II. Dünya Savaşını kazansaydı, ne olurdu?”

Sizi distopik bir dünyaya götüreceğim. Bu dünyada, yer altı sığınaklarında hayatta kalmaya çalışan, her şehirde farklı fikirlere sahip politikacıların altında ezilen paramparça olmuş Rusyayı, Japon fabrikalarında hiçbir denetleme olmadan, kendi topraklarında işgalcilere para kazandırmaktan başka şansı olmayan Çinlileri, tahtını bırakıp Kanada’ya kaçmış bir kraliyet ailesini, Alman işgalindeki koca Avrupayı, çılgın bilim adamlarını, Ural dağlarında saklanan haydutları, kurnaz ve gözü kan bürümüş despotların savaşlarını göreceksiniz. Hiç de sıkılmayacaksınız…

TNO Afişi

Bu dünya Hearts of Iron IV, isimli bilgisayar oyununda geçiyor. Paradox şirketi bünyesinde yıllar boyunca geliştirilen ikinci dünya savaşı-strateji simülasyonu olan oyun, size bir sürü seçenek sunuyor. Oyunda istediğiniz ülkeyi seçerek, belirlediğiniz politik yönde ülkenizi değiştirebilir, topraklarınızı genişletebilir, ittifaklara katılabilirsiniz. Aklınıza gelen her alternatif politik yol mevcuttur. Sosyalist bir diktatörlük, faşist bir düzen ya da demokrasinin kalesini inşa edebildiğiniz ülkenizde; politik yapıya, ekonomiye ve en önemlisi askeriyeye ağırlık vererek düşmanlarınızı alt etmeye çalışırsınız.

1936’dan 1949’a kadar ülkenizi kaçınılmaz olan cihan harbinden zaferle çıkarabilir, ya da hezimete uğrayabilirsiniz. Oyunun popüler olmasının sebebi ise bu alternatif yolların ve zorluğunun oyuncuya sunduğu özgürlük ve oyunun barındırdığı mücadele ruhudur.

Oyuna dahil edilen, bambaşka bir korku-strateji türünün harmanını sunan TNO’da senaryosu ise edebi yönden tam bir baş yapıt.

The New Order (TNO): Last Days of Europe senaryosunun distopik dünyası:

Büyük Almanya’nın TNO Distopyasındaki Haritası:

TNO’nun sunduğu dünya, II. Dünya Savaşı’nın Almanya’nın zaferiyle sonuçlandığı bir distopya. 1962’de başlayan senaryomuzda İkinci dünya savaşından zaferle ayrılan Führer Almanyası, Britanya’yı dize getirmiş, Sovyetler Birliği’ni kanlı bir mücadelede yenmiş ve Japonya ile birlikte dünyayı totaliter rejimler arasında bölmüştür. Almanlar istedikleri tüm amaçlara ulaşmıştır. Führer, hayalindeki dünya düzenini avuçlarının içinde görmektedir. Kan ile doldurduğu avuçlarının içinde…

Ancak bu mutlak zaferin içinde çürüyen bir yapı vardır: Führer’in kanlı düzeninin çarklarında bozulmalar başlamış, Soğuk Savaş, hala demokrasinin son kalesi olan Amerika ile dünyanın lideri Almanya’nın arasındaki gerilimi tırmandırmaktadır.

Savaşta en çok kanı kaybetmiş Rusya ise bu trajedinin en büyük kurbanlarından biridir. Nazilerin saldırıları sonucu devasa bir yıkıma uğrayan ülke, savaş sonrası karanlık bir kaosa sürüklenmiştir. Stalin’in ölümünden sonra Moskova’da hüküm süren Sovyet direnişi çökmüş, Rusya sayısız küçük devlete bölünmüştür. Moskova, Stalingrad, Leningrad, Kiev gibi önemli merkezler ”Reichkomissariat” denilen Alman işgal yönetimlerinin idaresi altına girmiştir.

Bu yönetimlerde bir hayattan söz etmek pek mümkün değildir. Evet, savaş bitmiş, tüfekler susmuştur. Fakat, kanla bedel ödemiş Rus halkı, Alman postalları altında ezim ezim ezilmektedir. Şirketler, fabrikalar, tarlalar, yollar, okullar… Hepsi işgalciler tarafından gasp edilmiştir. Susturulmuş olan Batı Rus halkı, artık bir yerlerden sevdiklerinin ölüm haberini duymak yerine boyun eğmiştir. Karınlarını doyurup, sessizce yaşam sürme hayalindedirler. Fakat Uralların ardında, Sibirya’da daha korkunç şeyler yaşanmaktadır.

Ural ve Sibirya bölgesinde otoritenin olmadığı, karmaşanın, açlığın ve mücadelenin sürdüğü topraklara dönüşmüştür. Savaş bittikten sonra bile Lutwaffe’nin terör bombardımanına maruz kalan bölgede, ayakta duran yapıların katı en fazla 2 katlıdır. Çünkü gördükleri her şeyi bombalayan Almanlar, menzillerinin içinde kalan tüm şehirleri dümdüz etmiştir. Bu harabelerin içinde, duvarların arasında filizlenen bir ”çiçek” misali idealistler vardır.

İdealist demek çok sevimli kalır aslında. Bu insanlar savaş ağalarıdır. Kendi politik görüşlerini dayatma eğilimindedir. Kimi komünist, kimi faşist, kimi demokrasi, kimi kilise yönetimi, kimi de Çar görmek ister Rus topraklarında. Kıyamet sonrası manzara, bu topraklarında karışık ve umutsuzdur. Her savaş ağası, Rusya’yı tekrardan birleştirme hayali ile yanıp tutuşur ve zamanla kendi aralarında savaşlara girişirler.

TNO – Hayran Çizimi. İkinci Batı Rusya Savaşı

Bu savaş ağalarının hepsinin kendine ait bir portresi, savaştan önce ve sonra yaşadıkları, nasıl güçlendiklerini uzun uzun anlatır oyun bize. Mesela Omsk şehrini kontrol eden ”Kara Sibirya Lejyonu” sadece Almanlardan intikam almak için yaşar, ”Son Yüzleşme” için hazırlanır. Diğer şehir devletlerinin bazılarında nispeten düzeni sağlamış yapılar Rusya’da tam demokrasiyi sağlamak için ”olmaması” gereken görüşlere yer verir meclislerinde. Bazıları silahlı paramiliter gruplardır. Bazı topraklarda mafyalar hüküm sürer, bazılarında Sovyetleri tekrar getirmek isteyen işçi komünleri toprakları yönetir.

Sadece Ruslar ya da ideolojiler de yoktur bu uçsuz bucaksız tundralarda. Köşeye sıkışmış, hain ilan edilmiş, eski SS bölüğü eli kanlı Dirlewanger Taburu, Ural Dağlarının en ücra köşesine kendi laboratuvarını kurmuş ve tek amacı kendi insan teorilerinde test etmek için canlı denek arayan deli doktor Trofim Lysenko, Lutwaffe’nin bitmek bilmeyen bombardımanına karşı savaşmak için bir araya gelmiş ”Özgür Havacılar” Almanlar ile işbirliği yapan subaylar, Sovyet yönetimine sıkı sıkı bağlı kalmış eski generaller, Mahno’nun yapamadığını yapmaya çalışan Anarşist Siyah Ordu… Pek çok ilginç fraksiyon oyuncuya güzel bir anlatımla sunulur.

Rusya’nın her şehrinde, farklı bir distopik dünya vardır. Cumhuriyeti ve hürriyeti benimsemiş küçük şehir devletlerinde bile rahat verecek haberler gelmez. Yağmalar, sınır savaşları, baskınlar… Her şey hayatta kalmak içindir. Fakat bu düzensizliğin içinden ”kendi düzenini” isteyen bir adam daha vardır:

Sergey Taboritsky: ”Çılgın Naip”

Taboritsky, TNO evreninin en çarpıcı karakterlerinden biridir. Tarihte de marjinal fakat sönük bir figür olan bu adam, oyunda Rusya’nın en karanlık yönetimlerinden birinin başına geçebilir. Kendini Çar’ın intikamını almakla yükümlü gören, saf bir Slav ırkının olduğuna inanan Sergey, paranoya ve saplantılar içinde boğulan bir despotun hikayesinin baş kahramanıdır.

Taboritsky, Bolşeviklerin Romanov ailesinin kıyımından, zamanın Çarı’nın en küçük oğlunun bir şekilde hayatta kaldığını, Rusya’nın ulaşılması en zor köylerinin birinde yaşadığını ve yönetime tekrar geçmeyi beklediğini iddia eder. ”Alexei Yaşıyor! Kutsal Rusya İmparatorluğu Yükseliyor!” gibi söylemleri ile dikkat çeken Taboritsky, Çar tekrardan tahta çıkana kadar ülkeyi ”düzene” sokmayı kendine görev biçer.

Kutsal Rus İmparatorluğu ”Temsili” Subayları

Eğer bir şekilde güç elde ederse, oyundaki en despot ülke ortaya çıkar. Getirdiği düzen, kendi halkını gaz odalarında zehirleyen, karanlık fabrikalarda insanları ölesiye çalıştıran, özgürlüklerin bile artık hayalinin kurulamadığı, Führer’in Almanyasını mumla aratan bir yapıya dönüşür. ”Kutsal Çar” Alexei’ye, ya da Ortodoks Kilisesine boyun eğmediğini düşündüğü her birey, eninde sonunda kayıplara karışır. Bırakın cesetleri, insanların başına ne geldiğine dair bile konuşmak yasaktır. Fabrikalarda çalışan fakir Rus işçilerinin iş arkadaşları rastgele bir günde kaybolur. İnsanların başına ne geldiğini araştırmaya kalkan yazarlar, gazeteciler, öğrenciler de tek tek kaybolur. Hatta o insanları toplayan askerler ve polisler de kaybolmaya başlar. Kimse ne düşünebilir, ne konuşabilir, ne savaşabilir… Sergey’in Kutsal Rus İmparatorluğu böyle bir yerdir işte. Çılgın Naip, ülkesini açık hava hapishanesine dönüştürürken, her gün kendine özel büyük katedralinde Tanrıya, Alexei’nin tahta dönmesi için dua eder. Her günü aynı olmaya başlar artık. Sabah kalkar, raporları okur, her şeyin yetersiz olduğunu düşünüp köpürür. Yemek bile yemez, uyuyana kadar dua eder… Duasının her kelimesinde, duvardaki saatte saniyeler akıp gider…

Zaman geçer, saat ilerlemeye devam eder. Tik, tak… Tik, tak… Fakat ne ”yaşadığını” iddia ettiği Alexei’den bir haber vardır, ne de ölü insanların kemikleri ile kurduğu bu düzenin parlak bir geleceği… Daha fazla kan, daha fazla kontrol isteyen Taboritsky’nin sonu da kendi kurduğu düzen gibi sonuçlanır. Ya da, sonuçlanır mı?

Tabi senaryomuzda Rusya ve Avrupa’da durum böyleyken, Rusya’nın aksine, Asya’da durumlar daha farklıdır. Çin ve Mançurya dize getirilmiş, Endonezya adalarında Japon hakimiyeti sağlanmıştır. Japon güneşi Asya’nın ufka uzanan pirinç tarlalarında parlarken, Çinliler, Vietnamlılar, Filipinliler, Malezyalılar, Koreliler, Mançular esaret altında yaşar, güneşin krallığına istemeyerek hizmet eder. Fakat Japonya’nın yıllardır Asya’daki ekonomik hegemonyasına, İmparatorun bile adının karıştığı büyük bir yolsuzluk davası ile ket vurulur: Yasuda Krizi.

Yasuda Krizi, çoğu Japon bürokratın bulaştığı bir yolsuzluk krizi silsilesi, Asya’nın asla eskisi gibi olmayacağının mesajını verir oyuncuya. Japonya’nın ekonomisi, tamamen içine kapalı bir kabuk gibi yıllarca, bağımsız aracı kurumlardan ve şeffaflıktan uzak bir sistemle işliyorken; ana Japon adalarında rapor edilen ekonomik veriler, sahadaki durumu asla yansıtmamaktadır.

Yasuda Krizini öğrenen Japon İş Adamları
Yasuda Krizini öğrenen Japon İş Adamları

Mesela yatırımcılar, Mançurya’daki petrol sondaj operasyonlarına hisse yatırdıklarını sanırken, paranın oraya ulaşana kadar geçtiği her aşamada, silahlı kuvvetler ve bölgeyi yöneten küçük savaş ağaları tarafından kesintiye uğratılıp çalındığını sonradan öğrenirler. Başbakanın çevresi bile bu yolsuzluğun farkındadır, hatta üst düzey yetkililerle beraber büyük şirketlerle iş birliği yaparak bu büyük çaplı zimmeti de örtbas etmeyi büyük ölçüde başarmıştır da. Bu yolsuzluk çarkından üst kademedekiler de bu büyük rüşvet düzeninden kendi paylarını güzelce almaktadır. Ama bu hırsız düzeni bir yerde patlak verir.

Olayın soruşturmasını yürüten bir ekip sonunda tüm detayları açığa çıkarır ve kamuoyuyla paylaşır. Çok büyük bir ses getiren bu rezillik ile beraber, tüm Asya’nın Japon merkezli ekonomisi tepetaklak olmaya başlar. Açıklamanın hemen ardından, yüzlerce yatırımcı hisselerini satmaya çalışır, herkes aynı anda satış yapınca, şirketlerin piyasa değerleri bir gecede %50 veya daha fazla değer kaybeder.

Kitlesel işten çıkarmalar ekonomiyi felç etti ve bu durum zincirleme reaksiyon yaratarak daha fazla iş kaybına yol açar. Sonuç olarak, bütün ekonomi tamamen durma noktasına gelir. Ne kadar distopik değil mi? Şimdi size (sanki kötü senaryolara doymamışız gibi) günümüz dünyamıza daha yakın bir ülkeden bahsedeceğim:

Guandong’un Teknokratları: ”İnci Nehrindeki Mucize”

Guandong Devleti Haritası

Japonya’nın Asya’daki zaferi, sadece politik bir hegemonya değil, tüm bölgeye ekonomik bir sömürü de dayatmıştır. Bu ekonomik sömürünün en büyük yıldızı ve temsili ise Guangdong Devletidir. Guandong Devleti, işgal altındaki güney Çin kıyılarında kurulmuş, devlet yönetiminin tamamen ünlü ve güçlü Japon şirketlerin temsilcileri ve Kenpatai (Japon Jandarması) üstlenmektedir. Bölge, Japon iş dünyasının en kârlı oyun alanlarından biri olarak, modern köleliğin ve vahşi kapitalizmi ziyadesi ile temsil eder.

Burada Sony, Mitsubishi, Suzuki ve Sumitomo gibi dev şirketler, sömürgeciliğin yeni yüzü olarak varlıklarını sürdürmektedir. Çin’in en önemli liman kentlerinin barındığı İnci Nehri Deltasında, yeni Japon düzeni sadece ekonomik çıkar istemektedir. İnsan hayatının sadece kağıtta bir rakamdan ibaret olduğu, led ışıkları ve teknolojinin en yeni ve güzel meyvelerini yetiştiren Guandong yönetiminde, geçim sıkıntısı, işgal altındaki bir milletin köle gibi çalışması, polis şiddeti, işbirlikçi olan Japon-Çin karışımı yeni sosyal sınıf Zhujinlerin kimlik krizini, Japon hükümetinin her sene koyduğu ekonomik hedeflere ulaşmaya çalışan şirketlerin rekabetini derin bir şekilde anlatılır.

Bu ülkede kimsenin kimseye bir faydası yoktur. Eli iş tutabilecek olan herkes kocaman fabrikalarda uykusuz, aç halde çalışır. Çocuk, yaşlı, genç, kadın gibi kavramların Guandong’da pek karşılık bulamaz. Her şey cebindeki destelere bakar. Kiralarını ödemek, memleketlerindeki fakir ailelerine para yollamak, karınlarına bir parça ekmek bulabilmek için topraklarını bırakıp gelen Çinliler, Guandong’un led ışıkları ve zehirden farksız gri havasının içine yavaş yavaş çekilir…

Bazıları gözü karartır, aylarca Japon patronlarının gözüne girebilmek için yemeden içmeden çalışır. Fakat Guandong’da adaletin hiçbir emaresine rastlanılmaz. ”Zaibatsu” denen mühendis, tekniker, pazarlamacı, kalfa v.b meslek gruplarına sahip Japonlar kariyerlerinde tırmanmak, CV’lerini doldurmak, İnci Deltasındaki Mucizeden paylarını almak için ellerini kollarını sallayarak hak edenin hakkını alırlar. Çok rahat bir şekilde çalışır, Çinli işçilere istedikleri baskıyı uygular ve kimseye hesap vermezler.

Ancak Guangdong, yalnızca Japon elitlerinin değil, aynı zamanda pek çok illegal yapının bulunduğu bir bölgedir. Guandong’da aslında milliyet kavramının da pek bir önemi yoktur. Japon-Çinli sınıfı Zhujinler orta sınıfı temsil eder. Japonlar için asla ”yeteri” kadar Japon değillerdir. Çinliler için ise düşmanla işbirliği yapan hainlerden de bir farkları yoktur. Fakat tüm bu iç karartıcı düzene rağmen işler akıp gider.

Liderler bile yolsuzluk ile nam salmıştır Guandong’da. Kodama Yoshio, bölgenin en güçlü figürlerinden biri olarak, yeraltı dünyası ile iş dünyasını ustalıkla harmanlayan bir barondur. Onun hükümdarlığı altında, para ve güç her şeydir; insan hayatı ise pazarlık konusu bile değildir. Japon Mafyası ile işbirliği yapar, Çin Mafyası ile işbirliği yapar, yolsuzluk hat safhadadır ve kimseye bir hesap verme zorunluluğu gütmez. Ülke de, para da, insanlar da onun, temsil heyetindeki iş adamlarının varlıklarının birer parçasıdır. Zaman geçerken Japonya’da yaşanan en büyük ekonomik-yolsuzluk krizi patlak verir ve Guandong ise tamamen kaderine terk edilir. Öyle ki, kriz hakkında rapor isteyen Yoshio’nun telefonlarına Tokyo’dan hiç kimse dönmez bile. Daha önceden bahsettiğimiz Yasuda Krizi, oyundaki hükümetlerin kendi kendilerine yaptığı hataların faturasını nasıl halka ve yatırımcılara kestiğine dair güzel bir örnek barındırır.

Senaryoya göre Kanton Şehri , Guandong- 1964

Almanya, Avrupa…

Asya’da da durumlar böyle gelişir. Düzenin merkezi Almanya’dan da iyi haberler gelmez:

Almanların zaferi de tabi ki karşılıksız değildir. Ay’a ilk insanı gönderen, şehirlerini devasa yapılar ve fabrikalar ile dolduran, dünyanın en güçlü, en refah seviyesi yüksek Almanlar için de sorunlar başlar. Doğu Avrupa’daki kolonilerinde ve Almanya’nın içinde pek çok sorun yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaktadır. Führer’in zamanı kısalmakta ve yerine kim gelecek tartışmaları gizliden gizliye hararetlenmektedir. Almanya, Speer ve Himmler gibi farklı fraksiyonların kontrol mücadelesine sahne olur. Berlin’de toplanan Alman Kongresi, partinin içindeki hiziplerin birbiriyle hesaplaştığı bir arenadır. Hitler’in yavaş yavaş yaşlanması ve güçten düşmesinden dolayı, Nazi rejimi ideolojik bütünlüğünü kaybeder ve her hizip kendi vizyonunu gizlice dayatmaya çalışır.

Bu kaosun gölgesinde, Himmler’in kontrolündeki Burgundy Devleti, Nazi Almanyası’nın en korkunç yönünü temsil eder. Belçika, Fransa ve Alseas-Lorriane bölgesine kurulan Burgundy, tam anlamıyla bir hayalet devlettir; burada Himmler’in çılgın fikirleri hayatının önüne geçmiştir. Himmler, mükemmel bir asker-polis devleti ister. Berlin’deki hükümetten bağımsız nükleer bomba araştırmaları yapar. Fransız ve Felemenk dillerini sınırları içerisinde tamamen yok etmiştir.

Hiçbir doğal ekonomik kanunu dinlemez ve tamamen gölgelerin içinde, dünyada kimsenin anlayamadığı, daha doğrusu bilmediği bir şekilde ekonomiyi yönetir. Tamamen kapalı, tamamen sessiz topraklardır buralar. Sadece fabrikalardan makine sesleri, bir zamanlar Fransız ve Belçika’nın göz bebeği şehirlerde ise SS askerlerinin bot sesleri nizami bir şekilde yankılanır. Çocuk sesi yoktur, kahkahalar yoktur, müzik yoktur bu ülkede. İnsanların mutlak bir korku düzeninde yaşadığı, bilimsel ve teknolojik ilerlemenin bile ölümcül deneylere hizmet ettiği bir kabustur. İnsanların da, düşüncelerinin de bir önemi yoktur. Tek yapmaları gereken şey, ”Aryan” Alman ırkına hizmet etmek, çalışmak ve ölmemektir.

Fransız, İngiliz ve diğer Avrupa milletleri bu dehşet verici düzenin altında 20 sene yaşamıştır. En sonunda Führer ölür, Almanya büyük bir iç savaşa sürüklenir, tüm Alman Kolonilerinde isyanlar başlar. Yasuda olayları ile sallanan Japonlar ise hala toparlanamaz. Çin ve Guandong’da, düzen kanun bilmeyen yolsuz Japon Hükümetine karşı sesler yükselmeye başlar. İtalya ve Türkiye, Levant bölgesinde birbirlerini yemiş bitirmişlerdir. (Türkiye’nin bu distopyadaki senaryosunu başka bir yazıya saklıyorum.) 1945’de kazanan kötüler için yeni dünyanın yeni şartları, artık eskisi gibi iç açıcı gözükmemektedir. Tarihi oyuncu olarak sizlerin aldığı kararlar değiştirecektir.

Sevgilerle…

By Ahmet Kağan Sefer

Yitik Defter'in kurucusu. Çabuk sıkılır, insan sevmez. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi - Rus Dili & Edebiyatı Öğrencisi.

One thought on “TNO Evreni – Strateji Oyununa Edebi Yaklaşım”
  1. Sürükleyici, ilk cümlesiyle merak uyandıran, özellikle distopya sevenler için okuması keyifli bir yazı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir