Atalarımız boşuna “Cana geleceğine mala gelsin” dememiştir. Sağlık her zaman her yerde insanoğlu için birinci derecede önemli olmuştur. Çoğunlukla modern tıbba başvurulduğu bu zamanlarda eskiçağ insanları neler yapmaktaydı? Çoğu kişinin aklına ilk başta gelen şey eskiçağ insanlarının sağlık için büyü ve ritüellere başvurduğudur. Lakin şimdilerde tıp öğrencilerinin yeminini ettiği Hipokrat’ın (orijinal adı Hippokrates şeklindedir) eskiçağda yaşadığı unutulmaktadır. Hippokrates modern tıbbın kurucusu olarak kabul edilmesine rağmen ondan çok önce de ilaç ve küçük cerrahi uygulamalara rastlarız. Hippokrates’ten öncesini anlamak için gözümüzü Asklepieionlara çevirmemiz yeterlidir.

Asklepieion adlı oluşum için bugünkü hastaneleri düşünebiliriz. Lakin bu sağlık merkezleri sağlık tanrısı Asklepios’un koruyuculuğu ve öğreticiliği altında oluşturulmuş kutsal alanlardır. Sonsuzluk iksirini bulan Asklepios’un tıp ilmi asklepiades denilen rahip-hekimlerine, ileride ünlü olacak hekim Galenus’a ve modern tıbbın kurucusu Hippokrates’e aktarılmıştır. Bu merkezlerde bazen dine, bazen cerrahiye, bazen psikolojiye, bazen diyete, bazen sanata bazen ise spora dayalı tedaviler uygulanabiliyordu. Buraya gelen hastalar asklepiadesler eşliğinde belli bir arınma töreniyle tedaviye alınırlardı. Hastalar, daha önce tedavi görenler tarafından dikilmiş teşekkür ve adak yazıtları arasında yürütülüp rahatsızlığının geçeceğine dair inançları arttırılır. Lakin bu inanç zaten Asklepieion’a girerken kazanılır çünkü buraya ölümün girmesi yasaktır ve herkes er geç iyileşecektir.

Peki gerçekten öyle miydi? Asklepieionlara her sınıftan insan gelebilirdi, yalnızca tedavi imkanı olmayan hastalar ve doğuma yakın olan kadınlar giremezdi. Zira buraya ölümün girmesi yasaktı. Bu merkezler dokunulmazdır. İnsanların yanı sıra hayvanların da korunduğu bu yer, savaş zamanları sığınak olarak da kullanılırdı. Biz bunun koruyuculuğunu İzmir Bergama’da bulunan Pergamon Asklepieion’undan sorgulayabiliyoruz. Kısaca Pergamon Asklepieion’undan bahsedecek olursak; İÖ 4. yüzyılda kurulduğu düşünülmektedir. Zaman zaman önemini kaybeden bu merkez özellikle Roma döneminde altın çağını yaşamıştır. Pausanias’a göre Pergamon Asklepieion’un kuruluşu şöyle gelişir: Aristaikhmos oğlu Arkhias, Pindasos (Madra) Dağı’nda avlanırken ayağını burkar. Pergamonda kendini tedavi ettirebileceği yer bulamayınca Epidauros’taki Asklepieion’a gider. Oradaki tedavisinden memnun kalınca Asklepios kültünü Pergamon’a getirip burada bir Asklepieion kurulmasını sağlar. Epidauros ve Kos’tan da asklepiadesler getirip kültü yaşatmaya başlar. Nitekim herkesin olumlu yararı için kurulan bu yerde uyku odaları çevresinde mezarlar bulunmuştur. Bu mezarların tedavi sırasında hayatını kaybedenlere ait olduğu düşünülmektedir.

Tarih içinde Pergamon Asklepieion’un ününü lekeleyen acımasız bir olay gerçekleşmiştir. İÖ 133 yılında Pergamon Kralı III. Attalos’un ölümü üzerine krallık vasiyet yoluyla Roma’ya bırakılır. Bu jesti beklemeyen Roma senatosu vasiyeti kabul edip etmemekle ikiye ayrılmıştır. Senatonun gençleri herkesi ikna ettikten sonra vasiyet kabul edilir ve Roma’nın Anadolu’daki ilk eyaleti Asia Eyaleti oluşturulur. Nitekim henüz eyalet yönetiminde o kadar da çok tecrübesi olmayan Roma, eyalette görevlendirdiği vergi tahsildarlarıyla sorun yaşar. Öncesinde pek çok savaşta, eyaletin kentlerine yardımı dokunup halkın sevgisini kazanan Roma artık halkın düşmanı haline gelmiştir. Vergi tahsildarları denetimsizce ve valilerle rüşvet aracılığıyla çalışıp halkı sömürüyordu. Halkın bu öfkesinden yararlanmak isteyen ve zaten öncesinde de Roma’yla taht sorunları yaşayan Pontuslu VI. Mithridates, İÖ 88’de kendisini bir kurtarıcı olarak tanıtıp, eyalet sakinlerinin desteğini alıp Roma’ya karşı savaş başlatır. Bu savaş sırasında eyalette yaşayan pek çok Romalı vatandaş katledilir. Aynı zamanda katledilenler arasında Pergamon Asklepieion’una sığınanlar da vardır. İnsanların güvenip sığındığı kutsal sağlık merkezinin bu olaydan sonra popülerliği oldukça düşmüştür. Adeta lanetlenmiş gibi imparator Tiberius zamanına kadar burası eski itibarlı konumuna dönememiştir. Lakin Tiberius’tan sonra düzeldiği ve hatta Traianus ile birlikte geliştiği görülmektedir. Hadrianus sayesinde de Pergamon Asklepieion’u, bugünkü görünümünü almıştır.

Son olarak Asklepios her ne kadar sonsuz bir yaşamın formülünü bulmuş olsa da Zeus’un yıldırımına bu yüzden kurban gider. Ölümün yasak olmadığı yer ve zaman yoktur, ölüm her yerdedir. Memento mori.

By Selene Sazlıdereli

Tarihi geçmiş her şeyle ilgilenen bir mikrop.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir