Yazarın Notu:

Sosyal medyanın nasıl bizi işgal ettiğini eleştirdim fakat bugün, 5 dakikalığına da olsa işgalci olan benim. Amacım kendime ve sizlere, unuttuğumuz özgürlüğü bir nebze olsa da hatırlatmak. Kaleme aldığım bu yazı aslında dünya ve kendimle olan kavgamdan ufak bir kesit. Sızlandığım her şeyin en büyük kurbanı olarak, yazdığım her kelime kendime bir nasihat. Yazarken aşırı bunaldım ve kusmak istedim, umarım siz de bunu istersiniz. Çünkü yazıyı bitirdiğinizde canınızı sıkılacak aynı benim gibi. İyi okumalar dilerim. 🙂

İnsanlığın ve teknolojinin en gelişmiş olduğu bu çağın bugünü bizlere ne kadar da boş hissettiriyor değil mi? Hepimizin gönlünde eskiye bir özlem, hepimizin sırtında cam kırıkları, hepimizin gözlerinde kaybolmuş ışıltı… İlk olarak kimse mutlu değil. Mutluluğu geçtim, kimse memnun da değil. Hepimizin diline yapışmış, belki de değiştiremeyeceğimiz konularda sürekli bir şikayet var. Kendimi de katıyorum, sürekli şikayet ediyorum. Ne konuda şikayet ediyorum, o da belirsiz…

Bu kadar can sıkıntısının içinde kafa dağıtmak istemek gayet doğal. Biz de artık hayatımızın büyük bir bölümünü kaplayan sosyal medyada zaman geçiriyoruz. Sınırsız içeriğe ve bitmek bilmeyen görsel şölene telefonlarımızdan iki basit parmak hareketi ile ulaşıyoruz. Sonra kaydır babam kaydır…

Searchlogistics’in araştırmasına göre, kadınlar günlerinin 2.08 saatini, erkekler de 1.81 saatini sosyal medyada geçiriyor. Z ve Y kuşağı sosyal medyanın en büyük kullanıcı kitlesi. 16 yaşından 64 yaşına kadar herkesin payına düşen günlük sosyal medya kullanımı 144 dakika. Ayda 72 saat ve hayat boyuna vurduğumuz zaman ise bu zaman 5 sene 7 ay olarak hesaplanıyor. Sosyal medya, en kötü ihtimal ile her birimizden bu kadar zamanı çalıp götürüyor.

İstatistiklerin güvenilirliği sorgulanır, fakat en ”iyimser” araştırmanın bile bizlere etkisi göz önünde. Pek tabi ki bunlar senelerdir konuşulan bir konu. Sosyal medyanın ülkemizde emsali olmayan hareketlere ve başkaldırılara, ifşa ve haksızlıklara ses çıkaran bir yer olduğu da aşikar. Kopmanın artık imkansız olduğu, devletlerin ve hükümetlerin korktuğu bir yer olan bu sanal dünyada bir yer edinememek çok güç. Fakat benim bahsetmek istediğim şey daha kişisel bir durum.

Arkanıza yaslanmanızı istiyorum. Tüm dünya her geçen gün değişirken, değişimin hızı da korkunç bir şekilde büyürken, bu büyük şehirlerin içerisinde sıkışmış olan kendinize bakmanızı istiyorum. İşiniz gücünüz okulunuz, yeme içmeniz ve s*çmanız hariç, kendiniz için gün içinde neler yaptınız? Makyaj, yemek, futbol, siyaset, rezalet ve kepazelik içeren sonsuz girdabın içinden ne zaman kaçtınız? Ben bugün kaçamadım, dün de kaçamamıştım. Yazdığım şeyleri umursamayıp sadece bu sitede vitrin süsü gibi durursa, yarın da kaçamayacağım. Muhtemelen siz de kaçamayacaksınız.

Bize bedava olarak önümüze koyulan her şey nasıl da yavaş yavaş kanımıza işlemiş ve işliyor görüyor musunuz? Her şeyin mükemmel olduğu gelecekte yaşıyoruz değil mi? Artık açlıktan ölmüyor, donarak can vermiyor, bir milletin ordusu gelip köyümüzü talan edip kızımızı karımızı kaçırmıyor, cebimizdeki kredi kartları ve borçlar hayatımızı biraz daha ötelememize izin veriyor. Ama her birimiz depresanlara ve ilaçlara muhtaç bir halde, insanların sahteliğinden, yalnızlığın zorluğundan, gün içinde gördüğümüz haberlerin felaketinden bahsediyoruz. Cebimizdeki ekranlar bizim tüm beynimizin kıvrımlarına bayrağını dikmiş, bizleri koyun gibi güderken, sürü olarak sadece şikayet edip, zombiler gibi şehrin sokaklarından işlerimize ve okullarımıza gidip geliyoruz. Gerçek hissettiren hiçbir şey kalmamış, sanki tüm duyguları sömürmüşüz de sadece zamanı geçirmek için mekan arayan parazitler gibiyiz. Sizin de mideniz bulanmıyor mu?

Ödevlerimizi ve görevlerimizi bile artık yapma ihtiyacımız yok. Yapay zeka zaten bizim yerimize çok güzel bir şekilde yapıyor. Konserlere gitmek için bilet almamıza gerek yok, aylık bir damacana su parasına kulaklarımız şenleniyor. Artık dışarı gidip spor yapmamıza ya da yürümemize de gerek yok, zaten bunu yapan insanları izleyince gönlümüz ferahlıyor. Motivasyonumuz mu yok, hemen yapıştırıyoruz bir TEDx konuşması, hop hemen motive oluyoruz. ”Hayallerin için çok çalışmalısın, kendini bulmalısın, kendine güvenmelisin. Dünya senin!”

Ne kadar yapmacık ve içi boş cümleler değil mi? Aynı zamanda, her şeyin iki tıkla ayağımızda olduğu bu konfordan kim feragat etmek ister ki?!

Ben isterim. Çünkü artık kaydırmaktan da sıkıldım, video izlemekten de sıkıldım, birilerinin bir şeyler hakkında yorumlarını duymaktan da! Fenomenlerin komik skeçlerini izlemekten, malum sitede hayatında hiçbir başarısı olmayan insanların ”aydın” politik fikirlerini okumaktan, sırf zaman geçsin diye rastgele birilerinin başarı öyküsünü öğrenmekten de bıktım usandım. Öğrendiğim yabancı dildeki kelimeyi hemen unutmaktan, bugün içtiğim kahvenin tadını hatırlayamamaktan, yediğim yemeğin ne kadar iyi ya da kötü olduğunu umursamaktan bunaldım.

Dilerdim ki bu yazıyı size eski bi’ saman kağıdına, yamuk yumuk el yazımla sizlere ulaştırayım. Bu elinizdeki, bizi yanlış kullanımda yavaş yavaş öldüren, hayatımızın artık ”parçası” olan, cebimize sığan bu tenekeler ile değil. Dilerdim ki, bu yazıyı size sesli okuyabileyim, okurken sesimin kısılmasını, öksürmemi, duraksamamı duyabilin.

Eğer böyle yapabilseydim, sizler durumun ciddiyetini kavrayabilirdiniz. Bize bedavaya sattıkları konfor, bizi satın alıyor. Hiç kimse de şikayet etmiyor. Sömürgecilik bitti, kölelik kaldırıldı zannediyorsunuz değil mi? Tarihin en büyük sömürge imparatorluğu ceplerimizde, saatlerce kaydırdığımız bizleri özel hissettiren videolarla kuruldu ve her fert çok mutlu. Bu sömürge imparatorluğunun bize bahşettiği kimlikleri de bir halt varmış gibi oraya buraya gösteriyor, utanması olmayanlar da alnına yapıştırıp geziyor. Ama sadece zaman geçiriyoruz.

Bakın, tekrardan okumanızı istiyorum. Zaman geçiriyoruz. Dünyada sınırlı bir zaman var ve biz o kadar acınası haldeyiz ki videolar izleyerek zaman geçiriyoruz. Yavaş yavaş ölüyoruz. Kendimizi, yanımızı, içimizi öldürüyoruz.

Yaşımız fark etmeksizin; köleliğimizi, insanların beğeni ve yorumları ile bu kadar basit ve ucuz bir şekilde ilan etmeyi ben reddediyorum. Bu sömürüye karşı baş kaldırmak için bu yazıyı bırakır bırakmaz kendimi dışarı atıp parkta yürüyeceğim. Hayır, bu sefer internetimi açmayacağım. Birkaç güzel türkü ve şarkıyı kulağıma uyduracağım ve anavatanın güzelliklerini ve sorunlarını bir parkta tek başıma düşüneceğim. Kimseye de gösterme derdim olmayacak. Deneyin derim.

By Ahmet Kağan Sefer

Yitik Defter'in kurucusu. Çabuk sıkılır, insan sevmez. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi - Rus Dili & Edebiyatı Öğrencisi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir